Geçen gün okuduğum bir yazı bizi çok düşündürdü. Söz konusu
olan yazı, 2012 yılında yayımlanmış, Boston College’de araştırma profesörü olan
psikolog Peter Gray’in bilgisayar oyunlarına farklı bakışını sunduğu makale.
Türkçe tercümesini buradan, orijinal İngilizce makaleye buradan ulaşabilirisiniz.
Peter Gray, yıllardır çocukların doğal öğrenme yolları ve oyunun hayat boyu faydaları üzerinde araştırmalar yürüten saygın bir psikolog. Bizim düşünmemize vesile olan yazıda ise bir çocuk bilgisayar oyunlarından herhangi bir fayda alıp almadığını, hatta belli şartlar ve çerçeveler içerisinde ne kadar bilgisayar oyunu oynadığına kendisi karar verebilecek durumda olduğunu savunuyor. Yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Okursanız, kaygılarınızı bir kenara bırakmanızı isteyeceğim, çünkü bu konuda endişeli yaklaşırsanız yazıdaki çok önemli noktaları göz ardı edebilirsiniz. Bunu zira birkaç annede fark ettim.
Eşimle Peter Gray'ın bu yazısını okuduktan sonra yazarı birçok konuda haklı bulup bunu denemeye karar verdik. Yani çocuklarımız ne kadar bilgisayar oyunu oynadıklarına kendileri karar verebilecek. Sorumsuz bir anne babası mıyız? Sanmıyorum. Tam tersi, çocuklarımıza bu konudaki sorumluluğu vermeye karar verdik. Bunun için iki aylık bir süre biçtik. Süre sonunda başka konuları ihmal etmeyip, bir denge sağlayabildikleri izlenimi yaratmış olurlarsa, “özgürlük” devam edecek. Baştan sizi bir noktanın altını çizmek istiyorum. Ne Gray'in ne de bu yazıda okuyacağınız yaklaşımımız "işim var, çocuk televizyon izlesin o arada" tarz çocuğu başından salmak "yöntemiyle" alakası yoktur. Bunu sorumsuz bir davranışı olarak görüyoruz.
Peki, neden bu karar verdik?
Endişelerimizin çocuklarımızı tamamen kontrol etmemize doğru yöneldiği bir gerçektir. Kaygı duyduğumuz bir konuda çocuklarımızı serbest bırakmak oldukça güç bir durum, değil mi? Anne babaların kaygıları sadece ekran süresiyle sınırlı değil, yemek, uyku, giyim, eğitim, aktivite, vs. liste uzayıp gidiyor. Çünkü çocuklarımız için bir şeyin olmasını istediğimizde, bunun olması için onları o yöne doğru yönlendiriyoruz. İsteklerimizi artan bir gerçekleştirme arzumuzla birlikte çocuklarımızın özgürlüklerini kısıtlamış oluruz. Her şeye biz karar vermiş oluruz çünkü.
Buna rağmen sorumluluk taşıyan birer birey yetiştirmek istiyoruz, değil mi? A'dan Z'ye her şeyi anne baba planlarsa karar verirse çocuk sorumluluk taşımasını öğrenebilir mi? Bence biraz zor. Oysa onlara küçük yaştan itibaren birçok konuda özgürlük tanırsak hem sorumluluk taşımasını öğreniyor hem de daha mutlu olup az karşılık vermek zorunda kalmadığı için daha huzurlu bir aile hayatı elde etmiş oluruz.
Ailedeki temel kural çerçevesi önemli
Tabi ki bu, istedikleri zamanda istediklerini yiyebilecekleri, arzu ettikleri yatağa girmeleri ve istediği programı istediği kadar televizyon seyredebilecekleri anlamına gelmiyor. Biraz önce, yazıyı okumadan önce kaygılarınızı bir kenara bırakın demiştim ya. İşte tam bu nedenle. Çünkü yoksa Peter Gray’i bu şekilde anlayacak ve ne yazık ki yanlış anlamış olacaksınız. Çünkü o da bunun altını çiziyor; Ailenizin belli kurallar çerçevesi içerisinde diyor. Bu nasıl olabilir? Kendimizden birçok örnek verebiliyorum.
Bizde günler temel bir plana göre işler. Kalkma, okula gitme, ödev, yemek ve yatma saatleri belli. Herkes bunlara uyar. Yemek, giyim, diş fırçalamak, banyo yapmak, doktora gitmek, şeker, vs tüm konularda çocuklarımızı özgür bıraktık. Tabi ki önce belli bir kural çerçevesi çizdikten sonra. Bu çerçeve içerisinde kendileri istediklerini yapabiliyorlar ve biz karışmıyoruz (bazen bizim için ne kadar zor olsa da).
Nedir bu çerçeve? Örneğin, dişleri fırçalamak istemediklerinde peki dedik. Ancak bu durumda dişlere çok zarar veren şekerli gıda ve içecekleri tüketemeyeceklerini anlattık – ve uyguladık! Luka bir gün fırçalamadı, o kadar. Kendileri sabah akşam gidip fırçalıyorlar.
Başka bir örnek yemek. Bebekliklerinden beri kendi kendilerine yemek yiyorlar. Bizim çizdiğimiz kurallar, yemek saatlerinde ailece sofrada yemek yiyip dengeli beslendikleri sürece yaşlarına uygun her şeyi istedikleri zamanda yiyebiliyorlar, dondurma, tatlı, şeker buna dahil. Gel gör ki bizim evimizde dondurma, çikolata, jelibon kavgaları yaşanmıyor. Bazen çok yiyorlar, bazen haftalar boyunca hiç. Aslında biz izin veriyor olsaydık daha fazla yemelerine izin verirdik diyebilirim. Kendilerinin yapmak istedikleri her şeyi kendilerinin yapmalarına izin verdik. “Tehlikeli” olabilecek durumlarda bizim kontrolümüzün altında, diğerlerinde sonuçlara katlanarak… O şekilde küçük yaşta oldukça bilinçli ve iyi bir şekilde bıçak ve makas kullanmaya öğrendiler mesela.
En güzel örneklerden biri sanırım evden çıkma saati. Her anne baba gibi biz de çocuklarımızın zamanında hazır olması için ilk başta peşlerine düşmüştük. Sonra düşündük ki, onları bu konuda serbest bırakalım, yani zamanında hazır olmaları sorumluluğu kendilerine verelim. Çıkmamız gereken saatte kimse ne haldeyse öyle gider. Tek sorun, çocukların henüz saati okuyamıyor olmaları. Zamanı nasıl biçeceklerdi? Biz telefonumuza hatırlatma alarmları kurduk. “Kahvaltı bitmeli artık” , “giyinmiş olmak gerekiyor” ve “çıkmaya 5 dakika kaldı” alarmları. O alarmları duvar saatinin kol gösterdiği saatleriyle ilişkilendirmişler ve belli bir süre sonra saate bakarak hangi “saat” olduğunu öğrendiler. Bir kere bile “hadi hadi” demek zorunda kalmıyoruz.
Doğallarında var, bozmayalım!
Aylar önce okuduğum bir araştırma, çocukların doğuştan itibaren ne kadar yemek yemeleri gerektiğini içgüdüsel olarak bildiklerini yazıyordu. Bu doğal dengeyi biz bozuyormuşuz. Onları tıka basa dolana kadar yemek yedirmek ya da her öğünde bizim uygun gördüğümüz miktarı yedirmemiz gibi davranışlarla. Bana çok mantıklı gelmişti. Üstelik çocuklarımıza bu konuda karışmamamızın faydalarını da görüyoruz. Peki, bir günde ne kadar yemeye ihtiyaçları olduğuna, ne kadar serbest oyuna ihtiyaçları olduğuna kendileri içgüdüsel olarak biliyorlarsa neden ekran süresinde bu geçerli olmasın ki? Biz çocuklarımızın ipin ucunu kaçırmalarından korkarız. Meğer abartmıyorlar aslında. Sadece gün içerisinde yapılması gereken işlere kendilerine göre henüz önem vermedikleri, sorumluluk duymayı öğrenmedikleri için onları göz ardı edebiliyorlar. İşte onun için belli kurallar çizmek bizim işimiz. O kurallar içerisinde kendileri karar versinler neyi nasıl yapacaklarına! Mesela, bizde ödev saati var. O saatte ödevi olan herkes ödevini yapar. Luka bundan önce bile yapmış oluyor, Leon daima o saate bekler.
Nesillerin alışkanlıkları değişiyor
Peter Gray'in yazısını okuyunca ikimiz aynı şey düşündük. O kadar çok konuda çocuklarımıza özgürlük tanıyoruz. Peki bilgisayar oyunları söz konusu olunca neden yapmıyoruz? Neden bunun daha kötü olduğunu düşünüyoruz? Neden kitapları tercih ederiz, meğer çocukların okumaları bile daha yok. Yeterince hareket ediyorlar mı? Kesinlikle. Spor yapıyorlar mı? Evet. Bisiklete biniyorlar mı? Evet. Yürüyüşe gidiyor muyuz? Evet. Hepsini de kendileri istiyor. Başka faaliyetler yapıyorlar mı? Evet. Kitap okuyorlar? Evet. Birlikte ailece ve arkadaşlarla haftanın birkaç gününde güzel vakit geçiriyorlar mı? Evet. Eh, ne istiyoruz o halde?
Küçük oğlumuz Luka televizyon izlerken bile ekranı bırakıp oyun oynamaya başlayan bir çocuk. Bilgisayar oyunu oynarken 10 dakika sonra bırakıp “bu kadar bana yeter” diyor. Ardından tablet PC'nin varlığını günler boyunca unutur. Şuanda bile bizim izin verdiğimiz süreden daha az ekran başında geçiriyor. Biz ise onu özgür bırakıyoruz. Kendi kararı, değil mi? Kararına saygı duyuyoruz çünkü bizim hoşumuza giden bir karar veriyor. Peki, hoşumuza gitmeyen bir karar verirse? Tıpkı büyük oğlumuz Leon gibi daha çok televizyon, daha çok bilgisayar oyunu oynamak isteyen bir çocuk söz konusu olunca? Leon oynadığı PC oyunlarında hakikaten de çok iyi. Oyunları hemen çözüyor, kısa sürede bitirir. Üç yıl önce bunu puzzlelarla yaşamıştık. Henüz 4 yaşında bile değilken bilmediği 40 parça puzzle 10 dakikada yapıyordu. Zamanı kısıtlamak ya da yasaklamak içimi acıtıyor, çünkü gerçekten çok iyi olduğu bir şeyi elinden almış oluyoruz.
Orijinal makaledeki yorumlardan birinde yazdığı gibi; Ya ekran süreleri kısıtladığımızda agresiflik gösteren çocuklar bunu ekranda geçirdikleri süre, seyrettikleri program veya oynadıkları oyunlar yüzünden değil, özgürlüklerini kısıtladığımız için yapıyorlarsa? "Evde oturduğum sürede oynama sürem kısıtlanırdı, çünkü oyun oynadığımda daha agresif, daha uyumsuz olduğum denirdi. Bugün kendi evimde oturuyorum ve aileme ziyarete gittiğimde orada oyun oynamıyorum. Söylediklerine göre oyun oynaMAdığımda daha agresif ve uyumsuzmuşum." yazıyor bir okur. Onu agresif ve "uyumsuz" yapan oyun oynaması ya da oynadığı oyunlar değildi, karar özgürlüğünün kısıtlanıyor olmasıydı. Önce ailesi kısıtlardı, şimdi ise ailesi için kendisini kısıtlıyor. Bu beni çok düşündürdü…
Aynı şey kitap veya puzzle ile yaşamış olsaydı, neden farklı olurdu… Çünkü bildiğimiz şeyler konusunda güven duyuyoruz. Onlarla büyüdük, zararsız olduğunu biliyoruz. Kaldı ki gençliğimizde bu kadar televizyon programı yoktu, bilgisayar ise çoğumuzun gençliğinde hiç yoktu. Kısacası, nesillerin alışkanlıkları değişiyor. Annelerimiz için yeni ve alışık olmadıkları şeyler bize nasıl yasakken, bugünkü çocuklar bizim alışık olmadığımız konularda mücadele veriyor. Teknoloji. Bize göre aşırı teknoloji belki. Çocuklarımızın içine doğdukları teknoloji!
En önemli kural
“yaşlarına uygunluk”!
Her konuda olduğu gibi teknolojinin de hem yararlı hem de zararlı olabildiğini biliyoruz. Önemli olan dengede olmak, değil mi? Peki, dengenin ne olduğunu neden biz karar veriyoruz? Bu dengeyi çocuklarımız bence kendileri oturtabiliyor. En azından bu dengeyi bulmaları için onlara fırsat vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki yaşlarına uygun program ve oyunlar çerçevesinde. Temel kural bu olmalı.
Çocuklarımıza birçok konuda güvenip karar verme özgürlüğü tanıdığımıza göre ekran konusunda da onlara en azından bir şans vermek zorunda olduğumuzu düşünüyoruz. Konudan emin miyiz? Hayır. Çok mu iddialıyız? Belki. Ama denemeden öğrenemeyeceğiz. Çocuklarımıza güvenelim! Sonucu yaz ortasında Alternatif Anne'de okuyacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder