Martı dergisinin yeni sayısı çıktı! Haziran-Temmuz sayısındaki yazımı aşağıda okuyabildiğin gibi bu linkten elektronik haline tüm resimlerle ulaşıp derginin tamamını da okuyabilirsin. Tavsiye ederim!
Evde olup çocuklarına bakan kadınlar için hep ne kadar rahat
olduklarını düşünmüştüm. İkinci oğlumla hamile kalınca artık çalışmayıp o
“rahat” işi tercih ettiğimde 40 yaşındaydım. O güne kadar okumuşum, çalışmışım,
artık evde takılıp rahat olayım demiştim. Ne kadar da yanılmışım! Boşu boşuna
demezler ki, bilmeden, yaşamadan konuşmamak lazım! Luka ve Leon henüz 3 ve 4
yaşında ama şimdiden diyebilirim ki, meğersem çocuk büyütmek bugüne dek
yaptığım en zor işmiş…
Hamilelik, doğum zorlukları, bebeklik dönemini geçiyorum.
Bunlar yorucu, ama genelde fiziksel zorluklarla sınırlılar. Çocuklar yürümeye,
konuşmaya başlayınca iş başka boyutlara taşınıyor. Gün boyunca gürültü ve
hareketliliğe dayanmak bence yeterince kadar zor; en azından benim yaşımda biri
için. Bunun yanı sıra, “multitalent”, yani çoklu yetenek olmak hiç de kolay
değil. Sorunlar çözmek, her an her şeye ayak uydurabilmek, her türlü dilden
anlamak, bunlar full time annenin kesinlikle aranan özelliklerden sadece birkaç
tanesidir. Event manager, öğretmen, eğitmen, sporcu, aşçı, doktor, okutman,
psikolog, pedagog, dedektif, birçok meslek tek bir kişide barındırıyor bir
anne. O reklamlara hep gülümsemişim. Hani onaylarken hafif alaycı olan o
gülümseyiş. Hakikaten, full time bir anne çoklu yetenek olmak zorunda.
Full time anne olarak hayat ne kadar yorucu olsa da o kadar
da eğlencelidir ama. Tabi ki eğer sinirlenmemeyi başarabiliyorsak. Ki bu da
bazen hiç de kolay değil. Çünkü günün sonunda biz anneler de sadece insanız ve sinirlenir, bağırır,
ağlar, yoruluruz. Sinirlerimizi aldıramaz mıyız acaba? İşte sizlere iki erkek
çocuğun full time annesinin bir gününden örnekler…
Sabahleyin gözlerimizi açar açmaz başlıyor. Gün boyunca da
devam ediyor. Ne? Gürültü! Her gün değil tabi ki, ama yeterince kadar sık. Bir
şeyi isteyen bağırıyor, istemeyen de. Şarkı söyleyen bağırıyor, sesini
duyurmaya çalışan da. Kavga ederken çocuklar bunu tabi ki oldukça sesli bir
şekilde yapıyorlar. Bir bakıyorum, barışmışlar arabalarıyla birlikte oyun
oynuyorlar. Bağıra bağıra! “Arabalarınız daha alçak sesle konuşamaz mı?” diye
sorduğumda ağız birliği var: “Hayır!”
"Lukaaa, hadi kaos yapalım!" diye duyduğumda tüylerim
ürperiyor... Çünkü ardından öyle bir gürültü fırtınası kopuyor ki, kaç oyuncak
kırıldı acaba merak ettirecek tarzdan. Zando kedilerle birlikte üst katta
fırlarken Thea, Mina ve Yuki koltukların altına kaçıyor. Sevinç çığlıklarının
eşliğindeki koşuşturmaların arasında kendini buluveren ben, mobilyaları
kurtarma derdine giriyorum. Üçlü koltuklar, bank, sandalyeler ve yemek masası
yerlerini değiştirmeden önce bu iki minik ama oldukça etkili yıkıcı güce,
kendilerini daha fazla kaptırmadan uyarıda bulunmalıyım! "Oyuncaklarınıza
ne yaparsanız yapın ama mobilyalara dokunmak yok!" "Tamaaaam! Biz sonra toplaaarııız!"
Bu cümleyi ilk duyuşumda tabi ki her küçük çocuk annesi gibi "buna kim
inanır" dedim. Ancak, yüzlerce kere iki feci seçenek arasında kaldıktan
sonra -ya kavga ederek çocuklara eşyaları toplatmak ya da kendimiz bu işi
yapmamız- öyle bir yöntem geliştirdik ki, çocuklar topluyor. Akşam
"toplayın" dedikten sonra ortalığı kalabalıklaştıran o oyuncakları
biz toplamak zorunda kalırsak bir sonraki pazar gününe kadar el koyuyoruz. O
gün bu gün, toplayacaklarından artık hiç şüphemiz yok...
Çocuk olan yerde gürültü de olur dersiniz. Evet, halısınız! Ama
hiç kesilmeden mi olacaktı? Dört yaşındaki oğlum Leon birkaç aydır konuşuyor da
konuşuyor. Nefes almadan! Bir şeyler anlatıyor ya da soruyor. “Mama, biliyor
musun…”, “Mama, …, evet mi?” Sabah 7’de gözlerimizi açtığımızdan beri akşama
kadar devam eden bir soru bombardımanı… Bazen öyle boyutlara geliyor ki kahvaltıda
konuşmaktan ağzına bir şey koyamıyor.
Sinirsel yapımızın esnekliğini denetleyip zorlayan sadece
kesintisiz gürültü değil. Akıllarına gelen müthiş fikirler de var! Bin yıl
düşünsek bulmazdık herhalde. Ama çocuklar buluyor, üstelik buldukları aslında
çok da mantıklı şeyler…
Örneğin, bir gün tuvaletin etrafında pipi izleri fark ediyorum.
Çocuklara çok tembih ediyorum, çişini yaparken kesinlikle oturmaları
gerektiğini. Ama malum, küçük çocuk ne kadar dinler ki. Üstelik o kadar güzel
bir oyuncağı sürekli yanında taşırken, değil mi? Sonra aklıma dank etti! Bunlar
büyük oğlumun keşifçi hareketleridir! Ne oturması! Bir sağa, bir sola
gezdiriyormuş pipisini çişini yaparken. Kim bilir neleri tutturmaya çalışıyor
banyodayken… Aklımda korkunç senaryolar
belirdi: Ya ileride yer karolarının arasındaki ders dolgularını takip etmeye
çalışırsa? Ya uzaktan tutturabilir miyim diye denemeler yaparsa?
Hele sustuklarında aslında hemen şüphelenmemiz gerekir. Ama
o sessizlik var ya, onun tadını çıkartmak ister insan. Bir gün o güzel kadar da
nadir olan sessizlik varken “Sakın oraya bakma, biz Luka'yla oyun yapıyoruz”
diyor Leon terastan tuvalete koşarken. O ana kadar onları aslında hiç merak etmemiştim…
Ama böyle bir cümle tabi ki ister
istemez ilgimi çekiyor. “Neler yapıyorlar acaba” diye düşünürken bakmam belki
daha doğru olduğundan da şüphelenmeye başlıyorum. “Olay sırasında” üst katta çamaşır
asıyordum. Yani ispiyonculuk için mükemmel bir konumdayım. Balkondan aşağıya
terasa baktığımda saksılara yerleştirdiğim taşların bir yere yığılmış olduğunu
görüyorum. İş bu kadarsa sorun yok diyordum kendi kendime. Ardından resim
çekmek için yanlarına gidiyorum. Beni terasta gören Leon basılmış gibi yerinden
kıpırdamıyor. “Ama bakmayacaktıııın” diyor o tuhaf gülümsemesiyle. İşte o
gülümseyişle oğlum kendini ele veriyor! Çünkü sadece suçüstü yakalandığında
öyle gülümsüyor. Peki, ama benim görmemem gereken şey ne? Ben bir şey fark
edemiyorum ki... Onun için Leon'a sormaya karar veriyorum. Kızamayacağımı
biliyorum, bu doğru olmaz çünkü. Cevabı neyse kabul edeceğim, bir şey
demeyeceğim. Meraktan çatlıyorum...
Leon’un bana verdiği cevabı hiç beklemiyordum. “Taşları
pipimize koyuyoruz” diye anlatıyor ve bana gülümserken eşofmanın önüne çekip
içine kocaman bir taş atıyor. Ben afallamış vaziyette dururken Luka pantolonunu
ve ardından bezini çıkartıyor. Pipisine taş tutuyor… Kendimi içeriye atıyorum,
yoksa çocukların önünde kahkahalara boğulacağım. İki erkek çocuk akıllı bir iş
yapmaz ya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder