40 yaş civarı bir dönüm noktasıdır. Alternatif Anne için hazırladığım ve 2.1.2014'de yayımlanan yazım aşağıda. Ancak Alternatif anne'deki tüm yazı dizisini okumanı tavsiye ederim.
Ünlü psikolog C. G. Jung, hayatın ortasını kastederek "Hayatın öğle saatlerinde ölüm doğuyor." demişti. Kulağa çok kötü gelse de, Jung'un demek istediği aslında birçok kişinin o dönemde ölümsüz olmadıklarının farkına varmalarıdır. Yani o güne dek hayatın sonunu düşünmezken artık tüm planlar ona göre yapılmaya başlanır. İşte o öğle saati, 40 yaşa yaklaştığımızda yaşıyoruz. Bundan önceki yıllarda zamana çok önem vermezdik. Ancak o yaşta üstelik sanki bir anda, artık neyin gerçekten önemli olup olmadığını düşünmeye başlıyoruz.
Ünlü psikolog C. G. Jung, hayatın ortasını kastederek "Hayatın öğle saatlerinde ölüm doğuyor." demişti. Kulağa çok kötü gelse de, Jung'un demek istediği aslında birçok kişinin o dönemde ölümsüz olmadıklarının farkına varmalarıdır. Yani o güne dek hayatın sonunu düşünmezken artık tüm planlar ona göre yapılmaya başlanır. İşte o öğle saati, 40 yaşa yaklaştığımızda yaşıyoruz. Bundan önceki yıllarda zamana çok önem vermezdik. Ancak o yaşta üstelik sanki bir anda, artık neyin gerçekten önemli olup olmadığını düşünmeye başlıyoruz.
40'a yaklaşırken hemen hemen her kadın kendine bir takım sorular soruyor; başka birinin benim için seçtiği bu işe hayatımın sonuna kadar devam edecek miyim, etmek zorunda miyim, etmek istiyor muyum? Beni mutlu etmeyen bir eşle birlikte gerçekten kalmalı mıyım? Bana vakit kalmayacak kadar herkesi memnun etmeli miyim? Ailedeki herkesin ihtiyaçları gerçekten benimkilerden çok mu daha önemli? Birçok kadın 40'a yaklaşırken bu sorulardan bazılarına veya en azından birine HAYIR diyor. İş, eş, çevre, herşeyi sorguladığımız bu dönemde bir değişim de başlıyor. Artık sadece kendimiz için gerçekten önemli olanlara odaklanmak istiyoruz, 40'a yaklaştığımızda. Bu başlı başına büyük bir değişim. Ancak bu yetmezmiş gibi fiziksel bir değişime de adım atıyoruz.
Bende öyleymişim. Mişim diyorum, çünkü bunu yaşarken farkında değildim. Bugün, 6-7 yıl sonra, Alternatif Anne için 40'lı anneler için yazı yazarken ve önemini araştırırken şaşırmaktan kendimi alamıyorum. Okuduğum her yazıda kendimi görüyorum çünkü.
Radikal kararlar yolda
Birçok kadın gibi ben de 40′a yaklaşmadan, belki yaşının farkında hiç olmadan kendimi hayatımı düşünürken bulmuştum. 37 yaşındayken hayatımı yaşadığım şekilde devam etmek istemediğime karar vermiştim. Bunu değiştirmek için çok temel ve kökten bir değişikliğe gitmiştim. O zaman uzun yıllardır beraber yaşadığım kişiden ayrıldım. Çocuk isteyip istemediğimden yüzde yüz emin değildim, ama başka birkaç şeyden emindim. O kişiden çocuk istemediğimden emindim. Çocuk istiyor olacaksam da, çok fazla vaktimin kalmadığından da emindim.
Şimdiki eşimle tanışınca ve onun çocuklara karşı olan sevgiyi görünce içimde bir çocuk isteği doğdu. Konuştuk, karar verdik, denedik ve arka arkaya iki dünya tatlısı çocuk yapmaya başardık. Leon’u 39, Luka’yı 40 yaşındayken doğurdum. İki küçük bebekle ne 40 yaş, ne de orta yaş krizini düşünme vaktim kalmıştı. 40′dan sonra benim için aşağı yukarı herşey değiştiği için neyin yaşa neyin çocuklara bağlı olduğunu zaten söyleyemedim. Hayatım bir anda hiç beklemediğim kadar hareketli, canlı ve ani anlarla dolu olduğu kadar da yorucu oldu.
Büyük değişim başlıyor
Zamanla kendimde fark ettiğim fiziksel ve ruhsal değişiklikleri hep geç yaşta arka arkaya iki doğum yapmaktan kaynaklandığını düşünmüştüm. Meğersem hepsi yaş gereği çok da normalmış! Bu kendimce iyi bir haber, çünkü iki doğumu aslında rahat atlatmışım demek. Bendeki değişiklikler yine de oldukça moral bozucu olabiliyor. Onları değiştiremeyeceğimi anlayınca kabullendim. O yüzden uzun zamandır moralimi bozmuyorlar. Peki nedir bunlar?
Doğruya doğru, yer çekimine karşı olan savaşta ne kadar direndiysem kesin kes kaybetmişim artık. Sarkık bölgeler var ve bir daha farklı da olmayacaklar. Uykusuz geceleri artık zor atlatıyorum. Akşam biraz fazla alkol kaçırmanın cezası eskiden yarım günken, vücudum yeni ceza kanunu bunun için iki ile üç gün öngörüyor. Gözlerimin altı bilmediğim bir nedenle bazen sabahleyin şişmiş oluyor. Arada bir gözüm seğiriyor. Ancak buna bir çözüm buldum; bolca su tüketmek. Bazı sabahlar eklemlerim ağrıyor ve keşke yatakta biraz vakit bulup da el jimnastiği yapabilsem diyorum. Ah, bir de geçen gün evin tüm ampullerini değiştirdim. Loş ışıklı 25 yılın ardından bundan artık hoşlanmadığıma karar verdim; çünkü birşey göremiyorum artık! Evimin yeni sloganı “aydınlık” oldu. Bir de ciddi bir güç kaybı var. Eskiden taşıyabildiğim ağırlıktaki bir eşyayı kaldırmakta bile zorlanıyorum, ne taşıması! Tüm gün ev ve bahçede koşuşturmama rağmen ellerde kollarda güç azaldı, kondisyon dibe vurmaya başladı. Oysa bütün gün birşeyler yetiştirmekle meşgulüm.
Eskiden moralım bunlara çok bozuluyordu. Tüm bunları artık kabullendiğim için üzülmüyorum. Durum böyle ve değiştiremem. Ancak yine de öyle anlar oluyor ki, bu ben miyim diyorum. Bunlar fiziksel değil, mental değişimlerdir. O zaman kendimi tanımıyorum, sanki başka bir Regina varmış. Örneğin eskiden kolay kolay üzülmezdim, kızdığımda ise acayip bir enerjim oluyordu. Ağlamazdım. Şimdi? Üzüldüğümde gözlerim doluyor, hüngür hüngür ağlıyorum. Omuzlarım üstünde sanki öyle ağır bir yük var, hareket etmek o kadar zor oluyor ki anlatamam.
Menopoz’a merdiven dayadık
Eskiden öyle olmayışım, şimdi artık öyle oluşumun bir nedeni yok gibi geldi uzun süredir. Meğer kocaman bir nedenim varmış! Kırk yaşların ortasındayım ve her gün menopoza bir adım daha yaklaşmış oluyorum. Hormon ve vücüt değişiklikleri tüm hızıyla ilerliyor işte!
Peki ne değişiyor? Daha önce hiç bilmediğim baş ağrısıyla 40 yaşımdan sonra migren olarak tanıştım. Normalmış. Çünkü 40 yaştan sonra metabolizma ağır ağır değişiyor. Vücutlarımızın parolası şimdiye kadar “büyümek” idi, artık “korumak” oluyor. Vücutlarımız var olanı korumaya direndiğini çok acı bir şekilde fark ediyoruz. Daha önce kolayca kilo verebilmişken artık her yarım kilo vermek imkansızı başarmaya benziyor. Üstelik eskisi gibi yiyemiyoruz. 40′dan sonra tatlılara sadece bakmaktan kilo alıyoruz sanki. Bunun nedeni de var tabi ki. Metabolizmamızın daha yavaş çalıştığı için daha az enerji harcıyor, dolayısıyla daha az kaloriye ihtiyacı var. Günde maksimum 1900 kalori artık yeterliymiş. Kas miktarımız da azalıyor ve – tabi ki- vücut yağları çoğalıyor. Yani eskisi gibi yemek yersek kilo alırız. Tamam, yemekten de kıstık, ancak maalesef burada bitmiyor.
Sadece yediğimiz yemek miktarı azalmıyor, kemiklerimizin miktarı da azalıyor. Hem de yılda %1,5. Bu hiç iyi değil, çünkü ileride osteoporoza neden olabilir. Bunun olmaması için düzenli spor şart. Yani şimdiye kadar spor yapmayan kadın artık bunu ciddi olarak düşünmeli. Ben de düşünmüştüm hala da düşünüyorum, ancak düşünmekte kalıyorum çünkü bir türlü gerekli vakti bulamıyorum. Uzmanlar bunun haftada en azından 3-4 saat olması gerektiğini söylemesi zaten moralimi bozuyor. Bense haftada 3-4 gün yarımşar saate zaman ayıramıyorum bile! Hazır değişim dolu bir dönemdeyken, bu da değişmeli…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder