Bu haftamız da yine yoğun tempolu geçti. Hafta aslında normal başlamıştı. Eşim Salı günü öğleden
sonra İstanbul’a indiğinde bana telefon açıp “inanmayacaksın ama GBT’ye girdim
ve aramam varmış” demeseydi. Salı günün kalanında ben bir taraftan telaşlıyken
çocukları faaliyetlerle meşgul etmeye çalışıyordum. Tam da çocukları artık giydireyim taksiyle
arabaya kadar gidip onu alayım derken, eşimden iyi haber geldi. Olay akıl almaz bir şeydi ve çözülmüştü.
Ancak benim için henüz bitmemiş… Detaylarına girmeyim, henüz bilmeyen buradan okuyabilir.
Çarşamba günü Luka ateşlendi gene. Demek ki önceki hafta Leon’la yaşadığımız
rahatsızlık iki ayrı hastalık değil, iki ateş dalgasıyla belirlenen tek bir
hastalıkmış. Neyse, en azından bu seferki ateşin sadece iki gün süreceğini
biliyorduk. Sevinsinler diye onlarla birlikte gnocchi hazırlayıp pişirdim.
Perşembe günü eşim bir daha İstanbul’a inmek zorunda kaldı.
Ben çocuklarla çok eğlenceli bir oyun oynamaya hazırlanırken, “caattt” diye bir
sesin ardından haykırarak ağlayan bir Luka’yı duydum. Nasıl yaptıysa, mutfakta
dümdüz bir şekilde yere düştü, tam burnunun üstüne. Birkaç saniye içerisinde
hem burnu hem de dudağı öyle şişti ki… Islak soğuk havluyla rahatlatmaya
çalıştım, ama pek işe yaramadı. Leon da üzgün üzgün bakıyordu. “Bu benim suçum”
demez mi? “Nasıl yani” diye sordum. Leon da uzun uzun anlattı. Elma suyu
koyarken yere dökmüş. Silmek için ıslak mendil kullanmış. Yerin kuruyacağını
düşünmüş ama hemen kurumamış. İşte o anda Luka hızlıca tabureden inmiş ve
düşmüş. “Ama şimdi havlu kağıdıyla kuruttum orasını” dedi. Canım benim!
Luka’nın keyfi yerine gelsin diye yepyeni bir arabul oyunu oynadık. Luka 1 karşı 7’yle
kaybetmiş olsa da çok eğlendi. Leon, kazanan taraf olarak zaten havalarda uçuyordu.
Akşam da Liz’in artık 3 yaşına girmiş yavrularından birinin
sahibi aradı. Chocolate bir erkek Labrador bulunmuş görmemizi istedi. Görünce
gözlerimize inanamadık. Tıpatıp Liz’in o oğluna benziyordu. İkisi yan yana
durunca hangisi kim olduğunu anlayamadım bile, o kadar birbirine benziyorlardı.
Olası tün akraba ilişkileri düşündüm taşındım ama tek bir ihtimal görünüyor.
İkisinin aynı yaşta kardeş olmaları. İzini kaybettiğimiz bir kardeşi var, belki
odur…
Cuma sabahı da Leo n’un bir parmağı sürekli burunda olmasına
isyan ettim. Bir çok yöntem denedik bugüne kadar. Ama Leon’u vazgeçiremedik,
tam aksine Luka da başaldı burnunu karıştırmaya. Bir okuyucumuzdan çok güzel
bilgi geldi. Üç çocuk annesi olarak bu yoldan geçmiş. Dönemsel bir davranışmış,
yani bir zaman geçiyormuş. Bir de çocuğu burun
karıştırmadan vazgeçirmek
için çok güzel bir yöntem anlattı, bunun için
fırsat kolluyorum şimdi.
Hafta sonumuz sakin geçeceğini düşünürken cumartesi sabah
yine deliliklerle dolu haftamızın henüz bitmediğini anladım. Gözümüzü açtığımızda
elektrik yoktu. Tabii ki bir yerde arıza olduğunu elektrik idaresi bunu birazdan
halledeceğini sandık. Bir saat geçti, iki saat geçti. Artık başka bir sorunun
olduğunu tahmin ediyordum. Evet, aradığımız elektrik idaresinin herhangi bir
kesinti veya arızanın olmadığını doğruladı bize. Sorun bizdeymiş. Kısa bir
denemeden sonra ana sigortada sorun olduğunu anladık. İyi ki yakın bir komşumuz
elektrikçi! Yani bu soruna hızlı bir çözüm getirilebilirdi. Tabi ki o da bizim
gibi insan, kahvaltısını bitirdikten sonra gelecekti. Bizim için bu ne demekti şimdi? Fırın çalışmadığı için ekmek
yok, kahve makinesi de çalışmıyordu. Yeri de süpüremedik. Eşim iyi ki aklına yerleri silmek geldi. Bu şekilde
çocuklar her cumartesi günü yaptıkları gibi tren yollunu kurabildi. Bizim
planladığımız tüm işler yatınca günümüzü özel bir kahvaltıyla başlayalım dedik:
bonibonlu pancake. Bu halimizde başka ne yapacaktık ki? Gülümse…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder