Bu hafta hastalıkla geçti desem yalan olmaz. Geçen hafta
sonu Leon’un ateşi vardı hatırlarsın, ancak Pazartesi öğlen gibi normale
dönmüştü. Salı günü iyiydi, o yüzden onu Çarşamba günü anaokuluna gönderdik.
Akşamüstü ateşlendi yine. Aynı hastalık mı yoksa başka bir şey mi kaptı diye
düşünürken Perşembe gününü yatakta geçirdim onunla. Hafta başından beri
Luka’nın burnu akıyordu sadece. Perşembe akşam Leon hastalığı yendi gibi
göründü ancak Luka’ya bulaşmıştı. Cuma günü Luka’nın yüksek ateşi vardı. Birde
kulağı ağrıyordu. Bu bizim için kesinlikle yeni bir şeydi. Daha önce hiç ama
hiç yaşamamıştık. Yaptıklarımızı ayrı bir yazıda paylaşacağım.
Leon hastayken daha önce istemediği bir şey denedim. Ona
hikayeler dinlettim. Son denememin üzerine 3 ay geçmişti. Bu sefer bayıldı.
Yatakta geçirdiği günün çoğunu hikayeler dinledi.
Salı günü ayrıca İstanbul'a bir yavru götürdük. Yavrumuzun yeni sahibi Ürdünlü-İngiliz. Çocuklara karşı davranış tarzı farklıydı. Daha doğrusu benim
bildiğim gibiydi. Öyle olunca bir anda sersemledim. Birini çocuklara karşı o
şekilde davranacağını artık beklemiyordum. Neydi peki? Çocuklara fındık ikram
etmek istemişti, ancak ondan önce benden izin aldı. Çünkü öyle yapılıyormuş İngiltere’de
tıpkı benim bildiğim Almanya'da ki gibi. Başka birinin çocuğuna anne babadan
izin almadan ASLA yiyecek içecek vermezsin, çünkü sormadan vermek o ailenin
beslenme planına karışmak, olası bir alerjiyi tetiklemek ya da ailenin
vermediği bir gıda vermiş olabilirsin. Türkiye’de bugüne karar sadece tersini
gördüm. Herkes oğullarıma her şeyi hediye ediyor, bakkalın bize sormadan gofret
verdiği gibi lokantada yemek yerken yan masadakiler oğullarıma çikolata
verdiğini gördüğüm gibi. Daha önce bana danışan biriyle tanışmak çok güzeldi…
Cuma günü doğum günümdü ancak bir şey yapamadık. Luka
hastaydı ama zaten iki küçük çocukla bir yere gitmek çok parlak bir fikir
değildir. Bir restauranta sinir küpü haline dönüşmekten evde keyif yapalım
dedik. Ailece bayıldığımız dondurmadan bolca yedik işte… Üzücü bir şey oldu ama
Cuma günü. Kapımızın önünde ölü bir köpek bulduk. Tasması olan bir Setter av
köpeği. İki tane biliyorduk köyümüzde ama sahiplerine sorunca köpeklerin sağ
olduğunu öğrendik. Araba çarpmışa benziyordu zavallı köpek. Muhtemelen çarpan
kişi onu almış ve bizim köpeğimiz olduğunu varsayarak kapımızın önüne koymuş.
Umarım ki biz yardım ederiz diye yaralı olarak koymamıştır. Çünkü kapımızı
çalmadan konulursa haberimiz olmaz.
Sonra heyecanlı bir şey de oldu Cuma günü. Bize yakın
sayacak bir yerde oturan, benzer bir hayat yaşayan, iki küçük çocuklu, bol kedi
köpek besleyen, biri Türk biri yabancı bir aileyle tanıştık. Yüz yüze gelerek
gerçek anlamda tanışmaya sabırsızlanıyorum açıkçası!
Çok geçmiş olsun (bunu yazarken öksürüyorum). Yiyecek ikram etmek meselesiyle aynı değil ama aynı zihinsel dünyalara dair bir örnek: Geçenlerde birlikte yemek yediğimiz bir arkadaş, bir restorandan bahsederken, garsonların tamamının kızının başını okşadığını söyledi. Bu, bir Fransız restoranı için çok olumsuz bir referanstı, tabii ki! Türkiye'deyse, bir garson çocuğu yok saysa "öküz gibi" deriz sanırım. Doğrusu ben karar vermekte zorlanıyorum. Bu Fransızlar'ın soğukluğundan da çok sıkıldım. İnsan bebe görünce sevinir, ellemese de bıcı bıcı falan yapar, di mi ama?
YanıtlaSilAma yiyecek konusunda haklısın, sanırım ben de dikkat etmiyorum böyle şeylere. Benim alışkankığım da, kendi çocuğuma ne veriyorsam, yanındakine aynısı vermek, çok sakarca bir hareket burada :)
Sana da buradan geçmiş olsun! Çok haklısın, hangisi daha iyi karar vermek bazen gerçekten zor. Çocukları ellemek konusu da ilk başta rahatsız vericiydi benim için çünkü buna alışık değildim. Ancak baştan Leon ve Luka'yı uyardım "istemiyorsanız bunu kafanızı çekerek vs. belirtebilirsiniz". Şeker konusunda bunu yapmazlar tabi ki :) "hayır olmaz" desem, çocuklar bu yaşta krize girer ve "iyilik" yapmak isteyen kişiyi de kırmış olurum (Türkiye'de en azında). Bir şekilde çocukları büyütüp onları bu konuda eğitmemiz gerekiyor...
Sil